confessions

cografya kaderdir

1. nesil Yazar - uzman yazar - Yazar -

  1. toplam entry 65
  2. takipçi 5
  3. puan 2454

yurt dışına gitmeyi düşünürken dolmuşa zam gelmesi

cografya kaderdir
vizyon çizmişsin,

“almanya'da asgari ücretle geçinilir mi?”
diye video izliyorsun,
cv'ni güncelliyorsun,
biraz ingilizce pratik yapıyorsun...

ama sonra bir haber geliyor:
“şehir içi dolmuş ücretlerine zam.”
ve bir anda o hayaller küçülüyor,
çünkü sen daha semtten çıkamıyorsun.

schengen başvurusuna değil,
dolmuş güzergâhına takılıyorsun.

bir ülkeye gitmeden önce,
o ülkeye ulaşacak dolmuşa yetişemiyorsun.
ve yurt dışı artık başka bir gezegen gibi değil,
başka bir servis gibi uzaklaşıyor senden.

en kötüsü de şu:
sen plan yaparken dünya döner,
ama burası hep aynı:
zam döngüsü, aynı hayal kırıklığı, aynı sabit gelir.

kısaca:
ülkeden çıkmak istiyorsun ama cebindeki para seni şehir dışına bile çıkaramıyor.
vize değil, gerçeklik reddediyor seni.

yaşamak için borçlanıp borç ödemek için çalışmak

cografya kaderdir
maaş yatar → fatura ödenir → eksiye düşülür → kredi kartı devreye girer →
ve hayat devam eder.
ama aslında devam eden sadece borcun kendisidir.

her ay bir önceki ayın açığını kapatmak için uğraşılır.
alışveriş keyif değil, nakit akışı planıdır.
tatile gidilmez, “erken rezervasyonla borca girilir.”
çünkü çalışmak, bir hayat kurmak için değil,
sadece hayatta kalmak için zorunlu hâle gelmiştir.

bir ay borçsuz geçince insanlar kendini “refaha ermiş” hisseder.
ama o da geçicidir.
çünkü yeni zamlar, yeni krizler, yeni eksiler daima sıradadır.

ve en acı olan şu:
çoğu insan borcunu kapattığı günü değil,
borcunu geciktirmediği günü kutlar hale gelmiştir.

bu ülkede yaşamak, kendi hayatının finans müdürü gibi hissetmektir.
ne yatırım yaparsın, ne hayal kurarsın…
sadece ödemeyi ertelersin.

boş ev fiyatlarını sadece şok olmak için takip eden insanlar

cografya kaderdir
ne ev alacak parası var,
ne kira ödeyecek cesareti.
ama her sabah sahibinden.com'u açıp bir tokat yiyor.

“3+1... 17.500 mü? Bu ne lan? Balkon bile yok!”

fiyatları görüp şok olmak bir rutin haline gelmiş.
markete girer gibi site geziyorlar.

“merak ettim ya... bu hafta Üsküdar ne yapmış?”

bazısı sinirlenip kapatıyor siteyi,
bazısı “ben olsam bu fiyata satmam” diye yorum yapıyor.
ama ortak nokta şu:
kimse o evi tutmayacak ama herkes o fiyatı sindirmeye çalışıyor.

çünkü artık ev fiyatı,
gelecek umudunun piyasa değeri gibi.
ve her gün o etikete bakıp “ben burada ne zaman tutunacağım” diye düşünüyorlar.

kısaca:
emlak takibi, yeni nesil depresyon sporu.
hiçbir şeye sahip olmadan, her şeye şaşırarak yaşamak.

kömür yardımıyla çocuğuna tablet alan aile dramı

cografya kaderdir
bir elinde kömür torbası, diğer elinde çocuğun “zoom açılmıyor” isyanı.
kış gelince ısınma derdi, yaz gelince sınav stresi.
ve arada bir yerlerde, devletin verdiği yardımı,
çocuğun ekranına umut olarak çevirmeye çalışan aileler.

çünkü artık tablet, lüks değil eğitim aracı.
ama devletin verdiği kömür, lüks gibi dağıtılıyor.
ve bu insanlar, hayatta kalma mücadelesiyle çocuk okutma çabasını aynı anda yürütüyor.

kimse şunu demiyor:
“neden ısınmak ile eğitim arasında tercih yapmak zorunda bırakılıyor bu insanlar?”

çünkü sistem öyle bir kurulmuş ki,
sana “yardım ediyoruz” denirken,
geleceğini senin üstünden oyalıyorlar.

kısaca:
kömür dumanı tüten evlerde, wi-fi çeken tabletlerle hayaller kuran çocuklar var.
ama o hayallerin ısınması için hâlâ sobaya muhtaç bu sistem.

çalışmadığı halde yorgun olan nesil olmak

cografya kaderdir
ne bir fabrikada vardiya,
ne sekiz saatlik mesaide ter,
ama yine de gece uykusuz, sabah halsiz.
çünkü bu yorgunluk, bedensel değil, varoluşsal.

“ne yapıyorsun?” sorusuna cevap verememekten,

sürekli bir yerlere geç kalma hissinden,

hiçbir şey yetiştirmemişken bile hep geç kalmaktan,

ve en kötüsü: geleceğe dair net hiçbir planın olmayışından gelen bir yorgunluk bu.

bu nesil ne kazanmayı ne kaybetmeyi tam yaşadı.
hep bir şeylerin ortasında kalıp,
yaşadığını bile doğru düzgün hissedemedi.
bu yüzden bir gün dolu dolu geçse bile, akşam "hiçbir şey yapmadım" der.
çünkü gerçek üretimle değil, zihinsel döngülerle yaşıyor.

günün sonunda çalışmamış ama bitmiş gibi hisseder.
çünkü asıl yorgunluk,
kendini ispatlamaya çalışmaktan, umutla hayal kurup sonra ülke gündemine uyanmaktan gelir.

kısaca:
bu nesil yorgun.
çünkü çalışmıyor değil,
sürekli “çalışmazsan kaybolursun” tehdidiyle yaşıyor.

bim kasiyerine her işi yükleyip hâlâ mutsuz olan sistem

cografya kaderdir
markete girersin,
tek bir çalışan görürsün:
kasada o,
reyonda o,
temizlikte o,
sevkiyatta o,
hatta “üst kat ofisle” bile o konuşuyor gibi.

ama hem müşteri memnun değil,
hem işveren.
çünkü sistem şöyle çalışıyor:
“bir kişiye dört kişi gibi davran, sonra verimsizlikten şikâyet et.”

kasiyer hem fiyat okutur,
hem stok kontrol eder,
hem müşteriyle laf dalaşına girmez.
çünkü robotlaşmakla duygusallaşmak arasında sıkışmıştır.

müşteri sabırsız:
“fişimi verir misiniz?”
işveren beklentiyle:
“niye o ürün yetişmedi?”
ama kimse şunu sormaz:

“bu kadar yükü bir insan nasıl taşır?”

kısaca:
bim'de, a101'de ya da şok market'te kasiyer olmak, hem göz önünde hem görünmez olmaktır.
çalışan belli ama değeri gizli.

migros'un club kartsız seni hor görmesi

cografya kaderdir
kasada sıra sana gelmiştir.
aldıkların bandın ucunda süzülür.
görevli sorar:

“migros club kartınız var mı?”

ve sen dersin ki:

“yok…”

işte o an...
görevlinin sesi bir ton düşer,
bakışı hafif soğur,
fişi katlarken “umarım tekrar gelmezsin” gibi hissettiren bir enerji yayılır.

çünkü sen artık müşteri değil, verimsiz tüketicisin.
kampanya kaçıran,
puan kazanmayan,
“market evriminde zayıf halka” olarak kodlanan bir tip.

arkanda sıradaki kişi QR kodunu gösterirken gülümser,
sen ise “ben neyi yanlış yaptım ya?” bakışıyla poşetini alırsın.
ama içten içe şunu bilirsin:
bugün indirimli muz değil, özgüven kaybettin.

kısaca:
club kartsız migros,
insanı cüzdanıyla değil, varlığıyla aşağılıyor.

otoparkta araba kaybetmek

cografya kaderdir
girerken kararlı, çıkarken mağdur olunan olaydır.
başta her şey net: -2'ye koydum, girişe yakın, yandaki kırmızı corolla.
ama dönüşte...
hiçbir şey hatırlanmaz.

önce katları gezersin.
sonra yürüyüş hızın yavaşlar.
sonra telefonla birini arıyormuş gibi yaparsın ki panik belli olmasın.
ama gerçek şu: arabayı kaybettin.

özellikle alışveriş merkezi otoparklarında yaşanır.
sıcak basar, birisi “yardımcı olayım mı?” dese ağlayacaksın.

güvenlik kamerası izletmeyi bile düşünürsün ama utanç büyüktür.
çünkü sen araba değil, kendine olan saygını kaybetmişsindir.

ve nihayet bulunca şu cümle dökülür:

“ya ben buraya koymamıştım ki…”

kısaca:
araba kaybolmaz, sadece sen bir süreliğine kaybolursun.
ve modern hayat, bu kadar küçük bir panikte bile seni test eder.

chp

cografya kaderdir
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 9 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde kurulmuştur. Kuruluş aşamasında "Halk Fırkası" adıyla faaliyet göstermeye başlamış, 1924 yılında "Cumhuriyet Halk Fırkası" adını almış ve 1935 yılında ise "Cumhuriyet Halk Partisi" ismini benimsemiştir. Parti, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin devamı niteliğindedir ve Kurtuluş Savaşı'nı örgütleyen yapının siyasi bir partiye dönüşmesiyle oluşmuştur.

CHP, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk siyasi partisi olma özelliğine sahiptir ve uzun yıllar boyunca ülkenin tek partili siyasi sisteminde iktidarda bulunmuştur. 1946 yılında çok partili hayata geçilmesiyle birlikte, CHP muhalefet rolünü üstlenmiş ve bu süreçte çeşitli siyasi değişimlere tanıklık etmiştir. 1980 askeri darbesi sonrasında kapatılan parti, 9 Eylül 1992 tarihinde Deniz Baykal liderliğinde yeniden kurulmuştur.

Partinin amblemi olan altı ok, Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerini temsil etmektedir. Bu ilkeler, partinin ideolojik temelini oluşturmakta ve Kemalizm çerçevesinde şekillenmektedir. CHP, zaman içinde sosyal demokrat bir çizgiye yönelmiş ve bu doğrultuda politikalarını güncellemiştir.

Günümüzde CHP, Türkiye'nin ana muhalefet partisi konumunda olup, Özgür Özel genel başkanlığında faaliyetlerini sürdürmektedir. Parti, Avrupa Sosyalist Partisi'ne asosiye üye ve Sosyalist Enternasyonal'in tam üyesidir. Ayrıca, Progresif İttifak'ın da üyesidir.

CHP'nin merkezi, Ankara'nın Çankaya ilçesinde bulunan Söğütözü semtinde yer almaktadır. Parti, Türkiye genelinde birçok il ve ilçede teşkilatlanmış olup, siyasi faaliyetlerini bu yapılar aracılığıyla yürütmektedir.

Parti, tarihsel süreçte birçok genel başkan tarafından yönetilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu ve son olarak Özgür Özel bu görevi üstlenmiştir. Her bir lider döneminde parti, farklı politikalar ve stratejiler benimsemiş, Türkiye siyasetinde önemli roller oynamıştır.

selçuk tengioğlu

cografya kaderdir
Selçuk Tengioğlu, 2004 yılında Hatay'da iki çocuğunu öldürmesiyle kamuoyunun tanıdığı bir isimdir. Gerçekleştirdiği bu olayda biri kız biri erkek olan iki çocuğunu katletmiş, bir diğer çocuğunu ise ağır yaralamıştır. Cinayet sonrasında yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Ancak, yürürlükteki infaz yasaları gereği cezasının tamamını çekmeden serbest kalmıştır. Yaklaşık 16 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 2020 yılında şartlı tahliye edilmiştir. Serbest bırakılması, o dönemden bu yana kamuoyunda ve hukuk çevrelerinde büyük tartışmalara yol açmıştır.

Selçuk Tengioğlu'nun adı, 29 Nisan 2025 tarihinde bu kez siyasi bir saldırıyla yeniden gündeme gelmiştir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e yönelik fiziksel saldırıda bulunan Tengioğlu, saldırı sonrası sosyal medyada ve kolluk kuvvetleriyle olan ifadesinde “Ben Osmanlı torunuyum” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Bu sözleriyle siyasi ve ideolojik gerekçelerle hareket ettiğini ima etmiş, saldırıyı bireysel olmaktan çıkarıp sembolik bir kimliğe oturtmaya çalışmıştır.

Selçuk Tengioğlu hakkında daha önce farklı psikiyatrik değerlendirmelerin yapılıp yapılmadığına dair açık bilgi bulunmamaktadır. Ancak hem çocuk cinayetleri hem de siyasi bir lidere yapılan saldırı gibi iki ayrı ve ağır suçun faili olması, onun sosyal yaşama geri kazandırılması kararının ne kadar sağlıklı verildiği sorusunu beraberinde getirmektedir. Bu yönüyle hem adalet sistemi, hem de siyasi güvenlik protokolleri kamuoyunun eleştirisine açılmıştır.

İçişleri Bakanlığı ve içişleri bakanı tarafından adı açık şekilde belirtilmemiş, resmi açıklamalarda yalnızca S.Ç. olarak kodlanmıştır.

iki çocuğunu katledip ana muhalefet liderine saldırmak

cografya kaderdir
2004 yılında, Selçuk Tengioğlu, Hatay'da iki çocuğunu öldürdü, birini ağır yaraladı. Bu vahşi cinayetlerin ardından müebbet hapis cezası aldı. Ancak, dönemin infaz yasaları sayesinde sadece 16 yıl cezaevinde kaldı ve 2020'de şartlı tahliye edildi .

2025 yılında, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e fiziksel saldırıda bulundu. Saldırı sonrası, "Ben Osmanlı torunuyum" diyerek, eylemini meşrulaştırmaya çalıştı .

Bu olay, adalet sistemimizin ne kadar yetersiz olduğunu gözler önüne seriyor. İki çocuğunu öldüren bir kişi, sadece 16 yıl cezaevinde kalıp serbest bırakılıyor ve ardından ülkenin ana muhalefet liderine saldırabiliyor. Bu, sadece bir güvenlik zafiyeti değil, aynı zamanda toplumun adalete olan inancını sarsan bir durumdur.

zoobi'ye yara yara girecek başlıklar

cografya kaderdir
(bkz: vin diesel gibi minibüse binmek)

(bkz: angelina gibi bakıp kiranın artmasına razı olmak)

(bkz: brad pitt tipiyle aile çay bahçesinde oturmak)

(bkz: jason statham gibi simit bölmek)

(bkz: emma watson gibi zamlara mantıklı açıklama beklemek)

(bkz: tom cruise edasıyla emlakçı gezmek)

(bkz: keanu reeves gibi metroda içe kapanmak)

(bkz: scarlett johansson gibi görünmek ama sabah 6 otobüsüne binmek)

(bkz: dwayne johnson gibi olup kart limiti yetmemek)

(bkz: margot robbie gibi davranıp su faturasını taksitle ödemek)

zoobi'ye yara yara girecek başlıklar

cografya kaderdir
(bkz: ağlayarak esneyen erkeklerin karizması)
→ hem güçlü hem kırılgan… tam TRT1 babası.

(bkz: biri kahve içerken göz teması kurunca kendini baristaya anlatmak zorunda hissetmek)
→ “vallahi filtre seviyorum sadece ama moka pota geçebilirim…”

(bkz: aynaya bakıp 'ben niye hâlâ buradayım lan' diyerek diş fırçalamak)
→ existential crisis with colgate fresh mint 🫠

(bkz: doğalgaz faturasını görünce kombiye iyi davranmaya başlamak)
→ “yani istersen biraz daha düşük açarız, sen üşüme yeter ki…”

(bkz: markette arkasını dönünce fiyat artmış mı diye tekrar etikete bakan vatandaş)
→ etiketi değil, hayalleri kontrol ediyor aslında.

(bkz: evde kimse yokken daha estetik yürüyen insan modeli)
→ hollywood teklif edecek zannediyor ama sadece çöp dökmeye gidiyor.

(bkz: yolda mendil satan çocuğa çok üzülüp 1.5 saniye sonra story atan insan)
→ duygu geçişi makas gibi: hızlı ve keskin.

(bkz: balkonda sigara içerken kendini netflix dizisinde sanan kişi)
→ 3. katta oturuyor ama bakışı Manhattan.

(bkz: ankara ayazı'nda burun ucunu kaybedip hâlâ trip atan insan)
→ “üşüyorum ama sen daha çok soğuttun.”

(bkz: gözlük takınca daha zeki sanılan ama hâlâ karpuzu seçemeyen tip)
→ Harvard değil manav testinden geçemiyor.

türkiye'den gitmenin artık istek değil refleks olması

cografya kaderdir
artık sadece kafada bir plan değil,
trafikte sıkışınca, e-devlet'e girince, markette peynir görünce bile başlayan bir tepki:

"ben bu ülkeden gitmeliyim."

ne yaşanıyorsa hep “idare et” deniyor,

fırsat desen torpille yarışıyor,

adalet, ekonomi, gelecek… hepsi stresle eş anlamlı artık.

her gün yeni bir haber:
dolar, deprem, ceza, seçim, zam, kavga, dizi finali bile dram.
ve insan artık olaylardan çok,
olaylara alışmış halinden utanıyor.

bu ülkede kalmak istememek değil,
burada kalırken kendi aklını kaybetmemeye çalışmak zor.
ve ne yazık ki:
bir noktadan sonra “gitmek” fikir olmaktan çıkıp
hayatta kalma içgüdüsüne dönüşüyor.

kısaca:
giden kurtulmuyor, kalan alışmıyor.
hepimiz bir ara bir şeyler düşündük,
ama artık düşünmüyoruz bile… çünkü hep aklımızda.

akp'liyi ikna etmeye çalışınca kendi aklından şüphe etmek

cografya kaderdir
belge gösterirsin, “montaj” der.
video izletirsin, “kesilmiş olabilir” der.
döviz kuru gösterirsin, “amerika yapıyor” der.
en sonunda kendin susarsın, o da “bak haklıymışım” der.

akp'liyi ikna etmeye çalışmak,
oturmuş bir sistemle tartışmaya çalışmak gibidir.
yani sen orada ekonomi, eğitim, sağlık falan anlatırsın;
ama karşı taraf “bak yolları kim yaptı?” diye kapatır mevzuyu.

çünkü mesele artık veri değil,
kimliktir, sadakattir, biz-onlar duygusudur.

birine “şu alanda kötü gidiyor” dediğinde,
bunu kişisel hakaret gibi algılaması...
siyasi görüş değil, duygusal bağlılık seviyesindedir.

sen her veriyi dökersin,
ama sonunda bir cümleyle duvara toslarsın:

“ben yine de reis ne derse onu yaparım.”

kısaca:
ikna edemezsin, sadece kendi mantığını test etmiş olursun.
ve bazen de... ondan da şüphe edersin.

ayıp olmasın diye gidilen saçma buluşmalar

cografya kaderdir
planlanmamış, istenmemiş ama “e hani görüşecektik?” diye zorlanan buluşmalardır.
ne muhabbet akar,
ne zaman geçer,
ne sen orada olmak istersin,
ama “ayıp olmasın” duygusu seni tutar.

karşılıklı sessizlikte çay karıştırılır,

telefona bakmamak için göz duvarda gezdirilir,

“ee n'aptın başka?” cümlesi 7 kere döner.

buluşma sırasında aklında hep şu vardır:
“ben niye buradayım?”
ama bunu soramazsın, çünkü karşıdaki kişi belki hâlâ o eski yakınlığı hissediyordur.
ya da senin kırılmasından korktuğun biridir.

ve en kötüsü:
bir kez oldu mu, devamı da gelir.
çünkü o “ayıp olmasın” döngüsü,
insanı istemediği sohbetlere, boş geçen saatlere ve içten içe pişmanlıklara sürükler.

kısaca:
bu buluşmaların sonunda “ne güzel ettik” değil,
“bir daha nazik olmayacağım” kararı

tüm gün bilgisayar başında oturup hiçbir şey yapmamak

cografya kaderdir
sabah 09.00'da oturuyorsun ekran karşısına.
kahveni koyuyorsun, sekmeleri açıyorsun, bir “hemen başlayayım” diyorsun…
ama sonra gün geçiyor.
sen geçemiyorsun.

mailleri açıp cevaplamıyorsun,

toplantıya giriyorsun ama kamera kapalı, zihin de kapalı,

spotify'da lo-fi beat çalıyor, ama üretim yok.

slack'te çevrim içisin, ama hayatta offline gibisin.

her şeyin başında gibisin ama hiçbir şeyin içinde değilsin.
çünkü yorgunluk artık fiziksel değil; zihinsel, duygusal, hatta metafiziksel.

bir iş yapmayınca suçluluk,
yapınca da tükenmişlik hissi geliyor.
ve gün sonunda:
“bugün ne yaptım ya?” diye kendine soruyorsun…
cevap: sekme değiştirdin sadece.

kısaca:
bilgisayar açık, sen çökük.
görünüşte aktifsin, gerçekte pasif direniş gibi bir ruh halindesin.

yaşlandığını anladığın an

cografya kaderdir
bir sabah uyanırsın ve dizlerin seni önceden uyandırmıştır.
“uyandım” demeden önce belin “biz kalkıyoruz” demiştir zaten.

ya da müzik listesinde 2008 şarkısı çalar,
“yeni çıkmıştı ya” dersin… ama üzerinden 17 yıl geçmiş.
ve o an dün sandığın şeyin bir nesil öncesi olduğunu fark edersin.

yaşlandığını anlamak öyle aynaya bakmakla olmuyor.

kalabalığa tahammül azalıyor,
gece 12 plan değil, uyku saati oluyor,
ısrar etmektense “hayırlısı be” diyorsun,
kahve seni uyandırmıyor artık, sadece mideyi yakıyor.

ama en neti şu:
kendi gençliğinle şimdiki gençlerin arasındaki farkı gözlemliyorsun.
ve “biz böyle değildik” cümlesi diline yerleşiyor.
işte o an...
artık büyümedin, yaşlandın.

avokadonun tadını anlamaya çalışan zoobi yazarı

cografya kaderdir
ilk lokmada ne olduğunu anlamıyorsun,
ikinci de “hımm…” diyorsun,
üçüncüde ise ya sonsuza dek bırakırsın ya da alışkanlık haline gelir.

avokado, aslında tadı olmayan ama fiyatı olan bir meyve.
lezzet değil, konsept satar.
herkes “çok sağlıklı” diyor ama zeytinyağlı ekmek kadar bile mutlu etmiyor insanı.

limon sıkmazsan yok gibi, tuz atmazsan toprak gibi.
ama bir bakmışsın “brunch tabağının” demirbaşı olmuş.

kısaca:
avokado, tadı değil imajı olan şeylerin metaforu.
hayatta da öyle değil mi?
bazen sırf pahalı diye güzel sanıyoruz.

denizli'de 2 yaşındaki bebeğe şiddet uygulanması

cografya kaderdir
Denizli'nin Sarayköy ilçesinde, 2 yaşındaki A.K., annesinin erkek arkadaşı tarafından darp edildi. Bebeğin vücudunda morluklar ve sağ kolunda kırık tespit edildi. A.K., Sarayköy Devlet Hastanesi'nde yapılan ilk müdahalenin ardından Pamukkale Üniversitesi Hastanesi'ne sevk edildi ve yoğun bakıma alındı.

Olayın ardından anne S.B.D. ve erkek arkadaşı S.D. gözaltına alındı. S.D., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Anne S.B.D. ise ifadesinin ardından serbest bırakıldı.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, çocuğun devlet korumasına alınacağını ve dava sürecine müdahil olacaklarını açıkladı.

Bu olay, çocukların korunması ve aile içi şiddetin önlenmesi konusunda daha etkin önlemler alınması gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol